Gündem

“Hiçbir şey 7 Ekim'de başlamadı”

7 Ekim öncesi Gazze kronolojisine bakıldığında şiddet, mülksüzleştirme, yerinden etme, işgal, hatta ölümden başka bir şey görülmeyecektir. 1948'den beri Filistinliler, kendi yurtlarında onurlu direniş ile ölümden birini tercih etmeye zorlanmıştır.

Abone Ol

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Gazze'de yaşanan soykırımın ve işgalin tarihi arka planını AA Analiz için kaleme aldı.

Aksa Tufanı'nın ardından başlayan İsrail'in şiddet, soykırım ve işgal planı üçüncü yılına girerken, bu sürecin gerçekten 7 Ekim 2023'te mi başladığı sorusu ister istemez akıllara geliyor. Hadiselerin henüz yeni başladığı ilk hafta görüştüğüm bir Filistinli A.A. şöyle diyordu:

"Şiddet ve baskı rejimine maruz kalan ve yurtlarında İsrail işgalini yaşayan Filistinliler, defalarca hüsrana uğratıldılar. Haklarını aramak için yaptıkları tamamen medeni ve barışçıl eylemleri terör kategorisine alındı. Uluslararası toplum, her seferinde iki devletli çözüm vadederek onları aldatıp İsrail zulmüyle baş başa bıraktı. Bu durumda ne bekleniyordu? İnsanlığın çıbanbaşı olmuş, hastalıklı bir zihniyetin uygulayıcısı olan İsrail'e boyun mu eğmeliydiler? Aşağılanmayı kabul edip atalarından miras aldıkları mülklerin işgal edilmesini ve hatta nefes almayı İsrail'in iradesine bırakıp boyun mu eğmeliydiler? 20. yüzyılın başından beri yaşananlar bir yana 1948'den sonra kendilerini 'insan bile kabul etmeyen' bir anlayışın haklarında verecekleri ölüm hükmünü mü beklemeliydiler?"

Bu sözler ilk bakışta heyecanla söylenmiş gibi dursa da esasında bölgede üç çeyrek asırdan fazla süren ve Filistinlileri onursuzlaştırıp yok etmeyi amaçlayan bir süreci anlatıyor. Siyonizmin ortaya çıkışı ve İsrailli tarihçi Ilan Pappe'nin ifadesiyle "Atlantik'in iki yakasında pazarlanması", ardından siyonist haydutların Filistin topraklarına yerleşmesi üzerine bugüne kadar pek çok şey yazılmıştır.

Bunların tekrarından uzaklaşarak 7 Ekim öncesi sadece Gazze kronolojisine bakılacak olsa bile şiddet, mülksüzleştirme, yerinden etme, işgal, hatta ölümden başka bir şey görülmeyecektir. Başka bir ifadeyle 1948'den beri Filistinliler, kendi yurtlarında onurlu direniş ile ölümden birini tercih etmekle karşı karşıya bırakılmışlardır.

Loading...

İşgal ve soykırım 7 Ekim'de başlamadı

Gazze halkının büyük bölümü 1948 işgalinde yerinden yurdundan edilip bölgeye yerleşmek zorunda kalan iç mültecilerden oluşmaktaydı. Dedeler ve babalar daha önce ektikleri toprakları, diktikleri zeytin ve limon ağaçlarını evlerinin damlarına çıkarak uzaktan seyretmeye mahkum edilmişti. Gazze'de doğan çocuklar çok yakınlarında olmasına rağmen erişilmez olan ata topraklarının destansı anlatımlarıyla büyümüşlerdi. Ancak en azından bir müddet işgal korkusundan uzak Mısır idaresinde geleceğe umut besleyerek ve bir gün Filistin devletini kurma hayalini kurarak yaşamışlardı.

1967'deki "Altı Gün Savaşı"ndan sonra şartlar değişmeye başladı. Büyük İsrail hayali kuran siyonistler öncelikle kendileri için stratejik önemi olan, boşalttıkları ve halkını başka yerlere sürdükleri Necef Çölü'nün yanı başında uzanan Gazze Şeridi'ne göz diktiler. İsrail aldığı uluslararası destekle Doğu Kudüs ve Batı Şeria gibi Gazze'yi de etkisi altına almak için her türlü sınırlamaları koydu, baskı ve şiddet uyguladı.

Kudüs'e hastaneye gitmesi gereken insanları izin vermeyerek veya kasıtlı şekilde sıraya koyup ölüme mahkum etti. Özellikle 1970'lerden sonra bir taraftan Gazze'yi demir, çelik ve beton duvarlarla açık hava hapishanesine dönüştürmeyi planlarken, halkın tamamını terörize ederek sözde kendi kirli siyasetinin meşruiyetini hazırladı. Nitekim 1987 yılında Birinci İntifada'nın Gazzelilerin önderliğinde başlamasının en önemli nedeni, uzun zamandır yaşadıkları baskı ve şiddet olsa gerektir. Uyguladığı ablukayla yetinmeyen İsrail, hiçbir zaman Yahudi nüfusunun olmadığı Gazze'nin güneyindeki Han Yunus ve Refah bölgelerindeki 40'tan fazla Filistin köyünü tahrip ederek Yahudi yerleşimcilere açtı.

Genel olarak Filistinliler, özel olarak Gazzeliler, uluslararası toplum tarafından da ihmal edildi, hatta görmemezlikten gelindi. 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşması ile bir umut doğmuş olsa bile uzun sürmedi. İdaresi Filistin yönetimine verilirken, Gazze Şeridi'ne de sınırlı otonomi tanındı. Ancak bu durumdan İsrail daha fazla istifade etti. Filistin yönetiminin muktedir olamayışı da İsrail'in önünü açtı ve Gazze 2005 yılına kadar fiilen ve doğrudan baskıcı İsrail rejimiyle muhatap oldu. Uyguladığı şiddet ve baskılar uluslararası raporlara da işlenmesine rağmen ne Birleşmiş Milletler (BM) ne de uluslararası toplum bir çare üretmedi. İsrail, her ne kadar anlaşmalar gereği bölgeye yerleştirdiği 1700 Yahudi aile ile 166 devlet çiftliğini tahliye ettiyse de eskiden beri planlarını yaptığı beton ve çelik duvarları yükseltmeye başladı. Bu şartlar altında doğan Hamas, hisar içinde kalan halkın tek umudu ve hukuki temsilcisi oldu. Ancak İsrail, siyonist lobilerin gücünü kullanarak Hamas'ı terör listelerine aldırdı.

Bu durumda Filistinli dostumun sorusu bir kere daha akla gelmiyor mu? Ablukaya alınan, nefes alması bile sayıya bağlanan, tüketecekleri gıdanın hesabı yapılan ve dünyayla irtibatı kesilmiş Gazze halkı ve onun temsilcileri nasıl davranmalıydı? Aslında İsrail'in savaş suçu işlediği 7 Ekim 2023'ten çok önce BM Goldstone Komisyonu raporuyla tescillenmişti. Komisyon, 2008-2009 Gazze savaşını araştırırken "Gazze çatışması sırasında işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara ilişkin güçlü kanıtlar" ortaya koyarak İsrail'in cezasızlığının sona ermesi çağrısında bulunmuştu. Ancak maalesef bu rapordaki tespitler göz ardı edilerek, Gazze halkı yine İsrail'in keyfi uygulamasına maruz kaldı. Onları baskı, şiddet, tehcir, açlık ve hastalığa mahkum edip ortadan kaldırma planlarıyla karşı karşıya bıraktı. Nitekim 2014'te yaşanan savaş da bunun bir neticesi ve bir nefes alma arayışıydı.

Tüm bunlar göz önüne alındığında yüz binlerce Gazzeli çocuk, kadın, yaşlı, hasta, öğrenci, sağlıkçı ve gazetecinin öldürülmesini, yaralanmasını ve enkaz altında bırakılmasını, yani insanlık suçu olan soykırımı, 7 Ekim 2023'ten başlatmak mümkün mü?

[Zekeriya Kurşun, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ORDAF Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.