Kendi uydurduğun bir yalanı söylemek, başka bir ağızdan işitilip tekrarlanmış bir gerçeği söylemekten hemen hemen daha iyidir. Birinci ihtimalde sen bir insansın.

İkincisindeyse, bir papağandan hiç farkın yoktur. Sen Kimsin? İnsan mı? Papağan mı?» (Dostoyevski)

Sen Kimsin; insan mı papağan mı diye sormuştu Dostoyevski. Peki aynı soruyu kendimize yöneltip "Sen Kimsin" dediğimizde ne yanıt alırdık acaba; tüm bilgileri, tüm reddediş ve kabullenmeleri bizden öncekilerin fikirlerinden alınan, "sorgulama yeteneği" ve "düşünce filtresi", sanki ameliyatla alınmış, başkalarının istediği gibi düşünen, başkalarının istediği biçimde hareket eden, sadece robotlaşmış, mekanik bir biyo-organizma mı? Tolstoy, acaba bu soruyu nasıl yanıtlardı? Kendini ya da çevresindeki insanları bir et parçası olarak gördüğünü itiraf ettiği ve bunun ötesinde bir şeyler aradığı "Ben, kimim?" yolculuğunda acaba bize deneyimlerini, yaşadıklarını nasıl anlatırdı? Uzaydan bakınca neye benzediğimizi, "mankurt"laştırılmış toplumlara dönüştürüldüğümüzü o bugün yaşasa yine cesaretle söyleyebilir, tüm bu dönüştürülmüş "dünya toplumları"na haykırabilir miydi? Dün, haykırdığı için insan zihnini tahakküm altına almaya çalışan kilisenin aforozuna uğradığı gibi bugün de yaşasa onu kimler aforoz ederdi? 20. yüzyılda o gücü kiliseden kim, kaçıncı güç olarak devralmıştı ve Tolstoy, yaşasa; bu yeni güç, onu nasıl aforoz ederdi?

Dün, «Sorgulanmayan bir hayat, yaşamaya da değmez.» diyen Sokrates'i kim hatırlıyor? Şu anı, şu saniyeyi sorgulayıp şu anımıza, şu saniyemize değer verebiliyor muyuz? İçinde bulunduğumuz çağı, yüzyılı sorgulayıp; "Nereye gidiyoruz?" diye kendi kendimize sormaya cesaret edebiliyor muyuz? Kafamızdaki bu vız vız geçen fikirler, düşünceler kimin? Bize ait olanları, hangileri ve tüm bu fikirlerin, düşüncelerin yüzde kaçı? Bir kitap ya da bir yazı okuduğumuzda, onu harmanlayacak, yanlış bulacak ya da olumlayacak bir "düşünce filtresi"ne sahip miyiz? Yoksa her okuduğumuz şeye kayıtsız inanıyor, ekranda beynimizin içine tokmak gibi vurulan her sinsî telkini kendi düşüncelerimizmiş gibi idrak mı ediyoruz? Peki biz neyiz? Biz kimiz? Bir insan mı, bir papağan mı? "Postmodern Demokrasi" çağında bütün fikir özgürlük ve savuncamız, medya patronları ya da diğer ideolojik grup ve taraftarları için "yönlendirilebilir kalabalıklar sürüsü" olarak görülen, tahakküm altına alınmak ve tüm düşüncelemi bilinçaltı telkinlerle kelepçelenip kendi amaç ve çıkarlarına hizmet etmek için KULLANILAN "postmodern mankurt toplumu"nun "postmodern mankurt bireyleri" miyiz sadece? Onlar için mi yaşıyoruz sadece bu hayatı? Tüm fonksiyonumuz, onlar için kullanılmak, emredilmek, yönlendirilmek mi? Çöken eğitim sistemimiz de, bu "derin narkoz"un bir parçası haline mi geldi? Bizden sonraki nesilleri de "mankurt"laştırmak, düşünemeyen, sorgulayamayan, kendi kararlarını veremeyen, öngöremeyen, kendisine ait hiçbir fikri ve düşünce olmayan, tırnak içi hayatlar yaşayan, tırnak içi konuşan, tırnak içi gülen, tırnak içi seven robotik organizmalar mı?

Söyle; sen kimsin? Gerçekten de var mısın? Descartes, «Düşünüyorum; o halde varım.» demişti. Peki ya sen? Var olduğunu, yaşadığını kendine ispat edebilmen için sendeki bir tek belirtiyi söyle! Nefes alabilmek mi, anlamlı sesler çıkarabilmek mi, doğadaki sesleri işitebilmek ya da nesneleri görebilmek mi? Bütün bu argümanlar, ya yanılsamaysa? Nasıl eminsin ki bu kadar...? Ya şu ünlü Matrix filmi gibi duyduğun bütün seslerin, görüntülerin, piksellerin, kokuların beynine aktarılan binary kodları ya da bir programcık olduğu şüphesine kapılırsan? Yaşadığını, var olduğunu ispatlayacak o tek şeye, DÜŞÜNME'ye ve SORGULAMA'ya tanıdık mısın yoksa çok uzak mı? Bu yazıyı okuyan gerçekten kim? Aynada baktığın o yüz senin; ya o yüzdeki ifade kimin? Nesnelere dokunduğun el senin; ya o eli hareket ettiren kim? Dizi filimlerden çalınma bir hayatı mı yaşıyorsun, onların rolünü mü oynuyorsun? Kendi şahsiyetini bulmak yerine bunları taklit mi ediyorsun? Günlük hayatında su içmek, yemek yemek, nefes almak, hoşlanmak, sevmek, senin benliğinin ihtiyacı olan şeyler. Peki yaşam için bunların dışındaki tüm eylem ve yaptıklarının manası, senin için ne ifade ediyor? Kendine nasıl "kıymet" biçiyorsun, yaşamını "ne"yle "değerli" kılıyorsun? Sorguladığın bir iç dünyanla mı yaşıyorsun yoksa başkalarının senden yapmanı istediği şeyleri, "sen"in "sen" olmanı engelleyen şeyleri yerine getirerek mi? Bir işe yaramak, kendi önemli hissetmek için mi bir ideolojiye bağlanmak ve bu fikirleri savunmak ihtiyacı duyuyorsun; yoksa KENDİ İÇTEN GELEN KARARIN OLDUKLARI İÇİN Mİ? Düşünüyor musun kullanılıyor mu? Yaşıyor musun güdülüyor mu? Nefes alıyor musun, yoksa aldığın her nefeste ölüyor mu? Karar verebiliyor musun yoksa tüm kararlar, sana aşılanıyor mu? Ayırt edebiliyor musun yoksa okuduğun her yazı, ekranda gördüğün her şey, her telkin, senin TEK GERÇEKLİĞİN MİDİR? Söyle, kimsin sen?!!! Kalabalıklardan seni farklı olan, özel kılan, değerli kılan ne? Yüreğinin sesi, sana öyle uzak mı? Simyacı ne demişti: Yüreğinin sesini dinle! Yüreğinin sesini duyabiliyor musun? Yoksa onu dinlemediğin için sana küstü de hiç konuşmuyor mu? Yüreğinin seni götürdüğü yere git demişti Susanna Tamarow. Yüreğin, sana nereye gitmeyi söylüyor? Bu dünyanın neresine? İç alemindeki hangi yolculuğa, ve hangi "menkıbe"yi yaşamaya? Yoksa sadece susuyor mu? Yüreğin, sana çoook ama çooooook yabancı mı? Yunus'un "Bir ben vardır benden içerü" dediği o sen, sana çoook ama çooooook uzak mı?