Özellikle gelişmiş, teknolojiye kavuşmuş, ekonomisi refahta olan ülkelerde yeni bir döneme girdi insanlık!

Eşyadan yana zengin, insandan yana fakir... Gelişmemiş ve yoksul ülkelerde ise insanlık devam ediyor. Eşyadan yana fakir, insandan yana zengin.... Bu sözleri 2021 yılında İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu (İDDEF) ile eğitim ve insani yardım çalışmaları kapsamında gittiğim Doğu Afrika ülkesi Tanzanya’da bir fotoğraf ile paylaşmıştım. Bu sözleri harfiyen iliklerime kadar yaşamıştım. İnsanların ne kadar sade, samimi, doğal ve mutlu olduğunu; özellikle çocukların küçücük bir şeyden nasıl mutlu olduklarına şahit olmuştum. Ülkemizde ve gelişmiş ülkelerde ise birçok şeye sahip olunmasına rağmen insanların mutsuzluğuna hepimiz şahidiz. Bunun adı bence manevi sıkıntı ve sarsıntıdır. Her şeye sahip olan bir iş adamının deniz kenarına giderek cüzdanını ve kredi kartlarını denize fırlatarak yalnızlığını ve mutsuzluğunu haykırması manevi boşluğumuzdur. Paylaşmanın güzelliğini yaşayamamaktır. İnsan mutlu edince mutlu olur, alışveriş çılgınlığı ile eşyasına eşya katmak ve biriktirmekle ancak ruhunu hapseder insan.
Fotoğraf açıklaması yok.
Şimdi bu tespitlerimizi konumuza bağlarsak yukarıda anlattıklarımı daha iyi anlayacaksınız. Son zamanlarda hepimizin duyduğu minimalizm yani sadeleşme konusu pek de uygulayamadığımız ama bağ, bahçe ve tarlalara yapılan tiny house yani ağaç ev modasıyla, üst baş ile beraber evler için yapılan çılgınca alışverişin suni mutluluğu sonucuyla hayatımıza entegre olan yeni bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi Amerika’dan Avrupa’ya şimdi de ülkemize gelmeye başladı. Zaten yoksul ve yoksulluk içindeki ülkelerde bu durum yani eşya bağımlılığı olmadığı için doğal olarak buradan pek fazla bir yere de gidemeyeceğini düşünüyorum.
Bir 2 kişi görseli olabilir
Geçtiğimiz aylarda Netflix’te Minimalizm diye bir belgesel dikkatimi çekti. İzledikçe Avrupa ülkelerinde çıkarım yaparak üzerinde yaşadığımız ülkemizin son 20-25 yıldaki dünyevileşme ve tüketimi, mesleğim gereği yaklaşık 12 yıldır gittiğim Afrika başta olmak üzere, Asya, Ortadoğu ve Balkanlar ile kıyasladığımızda uçurum bir fark oluşturduğunu gördüm. Belgeseldeki uzmanlara ve minimalist yaşamı tercih edenlere “Sizce neden bu minimalizm veya sadeleşme fikri günümüzde popülerlik kazanıyor” diye soruyorlar. Uzmanlar, gelişen ekonomik seviyenin insanı alışveriş yapma çılgınlığına dönüştürdüğünü, insanların eşya bağımlılığına bayıldığını söylüyor. Özellikle e-ticaretin gelişmeye başlamasıyla en büyük internet alışveriş siteleri de çılgınca kampanyalar düzenliyor. Hatta Türkiye’de de en çılgın alışverişin pandemi döneminde evlere kapandığımız tarihlerde olduğu raporlanıyor.
Bir 2 kişi görseli olabilir
İnsanlarda maalesef alışveriş yaptıklarında mutlu olduğunu düşünen bir duygu hakim. Duyguları sürekli olarak hatırlatma bombardımanı yapıyor ve “Hop şunu alsana. Bunu alırsan daha mutlu olursun” diye beyne bir mesaj gönderiyor. Özellikle son 10 yılda aklımıza gelen turuncu renkteki alışveriş sitelerine baktığımızda nereden nereye geldiklerini, cirolarını milyarlarca dolara ulaştırdıklarını iyi biliyoruz. Biga’mızda da gözlemlediğimizde kargo şirketlerinin harıl harıl çalıştığını, ofislerinin önünden geçtiğimizde yüzlerce kolinin evlere ulaştırılmak üzere beklediğini görüyoruz.
Uzmanlar yetinememe sorununda eşyaların katkısının büyük olduğunu söylüyor. Çünkü alınan her eşya maalesef insanlara gerçekten daha çok mutluluk veren şeylerin yerine geçiyor. Yeni aldığımız şey belki bir süre mutluluk veriyor ama meta kavramı bir zaman sonra yerini boşluğa bırakıyor. Eşyanın hayatımızda nasıl suni bir yer kapladığını ve bir zaman sonra bir balon gibi sönüp gittiğini yaşayarak görüyoruz. İşte son yıllarda bu çılgınlık yani maddi zevk yerini manevi huzursuzluğa bıraktı. Minimalist yaşama geçen insanlar, ilk olarak odalarındaki kıyafetleri atmakla işe başladı. Bunu yaparak stresten kurtulduklarını, yavaşça bir şeylerden vazgeçtikçe özgürlük hissi kazanmaya başladıklarını söylemeye başladı.
Fotoğraf açıklaması yok.
Ekonomik kalkınma yada büyüme ile insanlığın insanca bir yaşama kavuşacağını sanmak, hem dünyayı, insanı ve dünyada olup bitenleri anlayamamak hem de çok büyük bir aldatmacadır. Hayatın anlamını yitirdiği, manevi bunalımın tavan yaptığı, her üç insandan birinin antidepresan kullandığı, insanın manevi olarak aç olduğu bir dünyada insanın maddi açlığını gidermeniz, insanca bir dünya inşa etmenizi sağlamayacaktır hiçbir zaman.
Mutluluk, evlerin büyümesi değildi. Odalara oda katılması, ayrı bir giyim odasının olması ve içerisine yüzlerce kıyafet ve ayakkabı koyulması değildi. İnsan bu eşya mezarlığının içinde boğulduğunu görmüyor mu? Bugün 150-200 metre konaklara sığamayarak, 20-30 metre kare evler inşa etmeye başladık. Büyük evlerde bitip giden huzur ve mutluluk, bu küçük evlerde aranmaya başlandı. Bağa veya dağa yaptığımız küçük kulübeler insanlara mutluluk vermeye başladı. Bir nevi insanlık minimalizm yaşama geçti. İDDEF Çanakkale İl Temsilcisi olarak gittiğim Afrika seferlerimde ise gerçek minimalizme şahit oluyorum. Tuvaletleri ve banyoları ortak kullanan, tek gözlü kulübelerde yaşamlarını idame ettiren insanların, minimalizmi iliklerine kadar hissettiklerini görüyorum. 3-5 kişilik aileler kulübe evde mutfak, oturma odası, misafir odası her şeyi birlikte yaşıyor! Kırsal bölgelere gittiğinizde ise briket, tuğla kulübeler yerini ağaç dalları ve kerpiçe bırakıyor. İşte bu insanlar yazımızın ilk sözleriyle başlayan eşyadan yana fakir ama insanlıktan yana zengin insanlar.
Bizler de inanıyorum ki gerçek mutluluğu ve hazzı çılgınca alışveriş yaparak, eşyamıza eşya katarak değil maddi imkanları zayıf olan kardeşlerimizle paylaşarak bulacağız. En yakınımızdan en uzağımıza sevindireceğiz. İhtiyaç sahibi akrabamızı, komşumuzu, köylümüzü veya depremzede kardeşimizi unutmayacağız. Sınırları kafadan kaldırıp Biga’dan binlerce kilometre ötedeki Kenya’nın Lamu bölgesindeki yoksul bir kardeşimizin kalbine umut ve mutluluk katarak bulacağız mutluluğu… Ağaç yaşken eğilir anlayışıyla Kukuli’nin “Paylaşmak Güzel” şarkısını çocuklarımızla dinleyerek, onlara şimdiden paylaşmanın güzelliğini anlatacağız. Biriktirmenin değil, paylaşmanın güzelliğini hep birlikte yaşayacağız.
İncelememizi, Can Yücel’in 1970’li yıllarda kaleme aldığı şiirin bir bölümünden alıntı yaparak bitirmek istiyorum. Ne diyor Yücel, “Çok eşyan olmayacak mesela evinde…”
“Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,Güneşi, ayı, yıldızları…”


Samet Tunçer
İDDEF Çanakkale İl Temsilcisi
[email protected]