Çanakkale'nin kanla yoğrulmuş topraklarında 1915'te yaşanan savaşın kahramanlarından, cephedeyken baba olduğu haberini alan İstanbullu Behzat Kerim Efendi'nin hiç görmediği oğluna yazdığı mektup, okuyanların gözlerini yaşartıyor.
AA muhabirinin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi arşivinden derlediği bilgiye göre, önce Vefa Lisesi ardından Mekteb-i Hukuk'tan mezun olan, Beylerbeyi'ndeki eski İhtiyat Zabitan Mektebi'nde (Yedek Subay Okulu) askeri eğitim alan Behzat Kerim Efendi, 1. Balkan Savaşı'na katıldı, Çongra Muharebesi'nde yaralandı.
Savaş sonrası ticaretle uğraşan Behzat Kerim Efendi, Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'na katıldığını ilan etmesiyle 4. Kolordu'daki askeri birliğe teğmen olarak atanmasının ardından kendi isteğiyle Çanakkale Cephesi'ne gitti.
Gelibolu Yarımadası'nda Kerevizdere ve Kemalyeri'ndeki şiddetli çatışmalara katılan genç teğmen, Anafartalar Cephesi'ndeki ilk taarruza iştirak etti ve 6 Ağustos 1915'te süngü hücumu esnasında 25 yaşında şehit düştü.
Teğmen Behzat Kerim Efendi'nin, içinde babası ve iki aylık oğlu Ertuğrul'a hitaben yazdığı notların da yer aldığı hatıra defteri, şehadetinin ardından özel eşyaları arasında bulundu.
Vatanı uğruna canını hiçe sayan kahramanlar arasında yer alan genç teğmenin cephedeki duygu ve düşüncelerini aktardığı hatıratı, ailesinin de onayıyla şehadetinden 4 ay sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında ulusal direnişi destekleyen gazeteler arasında yer alan Tanin'de "Bir Şehidin Defter-i Hatıratından" başlığıyla yayımlandı.
- "Çanakkale değil, demir ve kan kaleye gidiyorum"
Şehit teğmen Behzat Kerim Efendi, çok sevdiği ailesinden ve İstanbul'dan ayrılırken kaleme aldığı hatıralarında şu ifadelere yer verdi:
"Oh! Artık emelime nail oldum. Ben de nihayet, dinim, yurdum, şen ve mesut hatırat ile berhayat sevgili İstanbul için canımı feda edebileceğim çünkü Çanakkale'ye, hayır haşa, Çanakkale değil, demir ve kan kaleye gidiyorum. Şimendiferdeyim (tren). Babamın İstanbul'da benden gizleye gizleye nurlu çehresinden akıttığı mebzul (pek çok) yaşları, Nebihe'nin kadınca coşkunluklarını, hatta sevgili yavrumun bana bir selam-ı veda yollar gibi gül ağzından döktüğü hüzn-ü alud (hüzünlü) figanı görmedim, Duymadım bile.
Ben İstanbul'u, ebediyen Müslüman ve Türk kalacak olan şu mübarek halife ve hakanlar yurdunu müdafaa ederken ihtiyar babamın saadetine, masum yavrumun hayatına, sevgili Nebihe'min ırzına, bilhassa hiç tanımadığım anacığımın Merkez Efendi'deki asude mezarına uzanan kirli menfur (iğrenç) elleri kıracağımı biliyorum. Bu gayeye vusul için icap ederse bir İngiliz gibi katı kalpli, bir Moskof gibi vahşi olacağım. Binabirin (bundan dolayı) babamdan, zevce (eş) ve evladımdan hatta hepsinden kıymetli İstanbul'dan bi-teessür (üzülmeden) güle güle ayrılıyorum. Selam sana, ey kalbimin Kabe'si İstanbul. Ölüme gidenler sana veda ediyorlar.
- Oğlunu rüyasında görmüş
Şehit teğmen, cephede gördüğü rüyaya yer verdiği 26 Temmuz 1915 tarihli hatırasında ise şunları anlattı:
"Dün gece garip bir rüya gördüm. İki gün devam eden harbin tabii yorgunlukları beni bitap bırakmıştı. Mukaddematını (başlangıcını) tahattur edemiyorum, yalnız hatırlıyorum ki yavrum Ertuğrul pürneşe başımı okşuyor, 'Baba, bak, ben senin öldüğüne hiç ağlamıyorum. Gülüyorum.' diyordu.
Hakikaten, evladım, ben şu gaza meydanında, düşman karşısında şehit olursam, katiyen ağlama. Bilakis gül çünkü, hiç tanımadığın baban, sana Fatih'i düşmanın elinde esir, liva-yı (bayrak) İslam'ı serengül, mesacit (Medine'nin kuzeyindeki yedi mescide verilen isim) ve mabedi harap ve muhakkar (okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü tealanın muhafazasına kavuşmaya vesile olan ayet-i kerimeler) göstermemek için öldü. Allah göstermesin, sen şu zilletleri görseydin benim ferdi hayatım senin için bir leke olmaz mıydı? Bırak, Ben öleyim. Var olsun senin hakiki annen, vatan. Ben o kadar vehham (kuruntulu) değilim. Fakat, bilmem, nasıl bir zaaf-ı hisse kapıldım. Bu rüyadan sonra ateşe girmezden evvel hemen abdest alıyor, anneciğimin beşikte bir müvekkil-i sıyanet (koruma) olmak üzere başucumda açtığı iz'amı Allah'ın birliği ve İslam'ın vahdeti için daraban edilmeyen kalbimin üzerine koyuyorum."
- "Hasret halini yazılan mektupların tamamında görüyoruz"
ÇOMÜ Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Barış Borlat, AA muhabirine, Çanakkale Cephesi'ndeki askerlerin büyük çoğunluğunun evli hatta bir bölümünün çocuğunun olduğunu söyledi.
Bu nedenle askerlerin ailelerini geride bırakarak cepheye geldiklerini anımsatan Borlat, "Bu durum askerler açısından aile hasretini beraberinde getirdiğini, anne babalara da evlatlarının hasretini bırakmaktaydı. Çanakkale Cephesi'ndeki askerlerin, siper ardında en çok düşündükleri şeylerden biri de aileleri olmuştu." diye konuştu.
Borlat, Behzat Kerim Efendi'nin de günümüze ulaşan hatıratında, muharebe ettiği bölgeleri, evladına ve ailesine olan hasretini anlattığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Hasret halini yazılan mektupların tamamında yer aldığını görüyoruz. Dönemin subaylarının yazdığı günlük ve hatıratlarda, ailelerine gönderdikleri mektup örneklerinin bir kısmını da görüyoruz. Bu gönderilen mektuplar, aileye ulaşmadan cephede şehit olacak ya da son mektubunu yazarken şehit olacak. Behzat Kerim Efendi'nin şehit olduğu ağustos muharebeleri sırasında 13 Ağustos'ta 57. Alay Komutanı da ailesinden aldığı mektubu okumuş ve ailesiyle ilgili o kurgu içinde son mektubunu yazacağı sırada şehit olmuştur. Aileler evlerinde ya da askerler cephe hattında belki de son mektuplarını yazmışlardı. Bu mektuplar niye önemli? Çanakkale Cephesi'ndeki askerlerin en büyük kaygıları şu, 'Savaşmaktan korkmuyoruz, korktuğumuz sadece bir şey var unutulmak.' Biz bu mektuplar vasıtasıyla askerin bu kaygısının ortadan kalktığını 110 yıl sonra da olsa mektuplar vasıtasıyla 110 yıl önceki o ruh halini, cephe içerisinde ne hissettiğini de anlamış ve hissetmiş olacağız."