Birgün, 'Bu dünya, nasıl bir şey; hala çözemedim.' diyen insanların dudaklarından dökülen kelimeler, bana 'Acaba dünya, neye benziyor? Ben, bir tanımlama bulsam; ne derdim?' sorusunu aklıma getirdi…

Evet, dünya; masmavi, mükemmel bir tasarım. Ama ben, dünyayı bir şekille anlatmaya çalışsam ne derdim?

En sevdiğim ve duyduğumda onayladığım tek benzetme, dünyanın bir oyun sahnesi olduğu ve biz insanların bu oyun sahnesinde rol aldığımızdı… Bu benzetme, bana birden satranç oyununu hatırlattı. Siyah ve beyaz kareler üzerine kurulmuş bu oyun, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, negatif ve pozitif gibi tanımlamaları ne kadar güzel açıklıyordu… Eğer satranç tahtası olmasa, taşları ne kadar dizerseniz dizin, düşeceklerdi. Demek ki şekil, ne olursa olsun; denge, şarttı… Zaten Mükemmel Güç tarafından oyun tahtası kurulmuş ve zamanla biz insanlar, tıpkı satranç taşları gibi oyundaki yerimizi almaya başlayacaktık… Tabiî ki oyun, İlahi Güç tarafından yönetilecekti…

Düşünüyorum da, bu oyunun yaratıcısı, oyunu geliştirirken, ne "Şâh, şâh olmak ister mi?", ne "Vezir, vezir olmak ister mi?", ne de "Piyon, piyon olmak ister miydi?" sormamıştı… Sadece bu taşlar, tasarımda görevli olarak oyunun kurucusu tarafından yaratılmışlardı…Ve hareket ettirilirlerse, yerlerinden ilerleyebilirlerdi. Mükemmel bir zeka kurulumu sadece iki kişi tarafından yönetilecekti ve bu oyunun sonunda sadece tek kişi oyunu kazanacaktı.

Eğer en başa dönmüş olsak ve bu oyunu kurucusu ile oynasak, sizce kim kazanırdı? Cevabı gayet açık tabiî ki… Belki de bu yüzden Yaradan, bu dünya oyununda bizlere mantık vermiş ve seçimlerimizi de bu mantığın içine sır gibi saklamıştı… Karşımıza çıkan tüm engelleri ancak bir mantık geliştirerek anlayabilir ve çözebilirdik. İşte taşlar dizildiği andan itibaren akıl ve mantık karşı karşıya gelecek ve oyun başlayacaktı…

Aynı zamanda dünya, doğduğumuzdan itibaren bir eğitim okulu durumuna geliyor, bizlere yaşamda ayakta kalma ve kendi içimize doğru keşfin kapılarını aralıyordu bizler farkına varmadan… Yoksa Yaradan, tam tersini de yapabilir, mükemmel bir hayat mükemmel bir zemin hazırlar ve mükemmel bir yaşam sunabilirdi bizlere…

Oyunu ilk başlatan ADEM ile HAVVA, zıt karelere değil de sadece siyahta ya da sadece beyazda birleşebilirlerdi… O zaman yasak meyve yenmez ve insanlık tarihi başlamazdı…
Tek bir meyve bile ilk akıl ve mantık hamlesini başlatmış, koskocaman bir insanlık tarihine başlangıç oluşturmuştur… İlk bakışta Adem, Havva'nın dediklerine uymuş ve Cennet'ten kovulmuş izlenimini yaratırken aslında oyunun başlamasında ilk adımı atmaları sağlanmıştı belki de… İşte burada tek bir gerçek çıkıyordu ortaya: Oyunun kurucusu, yani Yüce Yaradan, her şeyi planlamış ve hayat çizgisinde ilerleyebilmek için zıt fikirler oluşturmuştu… Siyah ve beyaz gibi…

Bundan dört yıl önce olsa, hâlâ beni üzen insanlara kızabilir, içimden onlara istemesem de kin güdebilir, kafamı sürekli onlarla yorabilirdim… Fakat eğer bu oyunun bir parçası isen ve bunun farkındaysan, akıl ve mantık arasındaki dengeyi kurabilir ve yaşananların boş yere yaşanmadığını anlayabilirsiniz… Önemli olan, kendimizi tanımamız ve kendimiz ile baş edebilmemizdir. Gerçekte bizler, kendimizi tanırsak üzüntülerimizi de en aza indirebiliriz. Kimse, kimseyi değiştiremez. Değiştirmeye çalıştıkça, yorulur… Bu yüzden kişi, kendini değiştirmeli ve tanımalıdır… Zıtlıklar, her zaman hayatımızda olacak ve bizler de onları kabullenmeyi öğreneceğiz zamanla…

Biz insanlar da tıpkı bu oyundaki taşlar gibi şekillerimizde, kişiliklerimizde ve karakterlerimizde ayrı ayrı yaratıldık… Eğer taşlar gibi şekillerimiz değişiyor ve sınıflara göre ayrılıyorsak, bunun da içindeki en önemli neden, kişilerin birbirlerine ayna olmaları olmalı… Fakat önemli olan, bizler, kendimizi ne kadar farklı görüp farklı olmaya çalışsak da; oyunun kurucusu tarafından değerimiz aynıdır… Eşit şartlarda doğar ve eşit şartlarda ölürüz. Fakat doğum ile yaşam arasında eşit şartlarda yaşayamayız… Bunun da sırr,ı ancak Yüce Yaradan'da saklıdır…
Oyun, başlar. Akıl ve mantık, çatışır. Kötü ve iyi, yarışır. Güzel ve çirkin, öğretir… Ama her ne olursak olalım; ister zengin, ister fakir, ister tahsilli, isterse cahil, ister iyi, ister kötü; hepimiz, bir bütünün parçaları olarak birbirimize yaşamda yardım ederiz. Ne yaparsak yapalım, nasıl eleştirirsek eleştirelim, nasıl yargılarsak yargılayalım, yaşamda karşımıza çıkan her şey, öğrenime giden yolu açar. Ve bu yol, inişli çıkışlı olacak, acılar yaşatacak; ama her acının sonunda bizi zafere taşıyacaktır... Ve bu oyunu bir gurup kazanacak, bir gurup kaybedecektir. Oyun, başlar ve her şeyin sonu geldiği gibi bu oyunun da sonu gelir…

Artık bundan sonrasını biz bilemeyiz. Oyunun öteki bölümünde öğreneceğiz. Nasıl bir amel götürürsek, rengimizi o şekilde belirleyeceğiz. Çünkü buradan götürecek başka hiç bir şeyimiz yok... Ne şekilde yaşarsak yaşayalım; sonuç, değişmeyecektir…

Veeee, şah mat… Oyun, biter. O kadar mücadele sonucunda ne oluyor dersiniz?

ŞAH DA PİYON DA aynı kutuya konur… Peki oyunun bundan sonrasına hazır mıyız?